17 Haziran 2011 Cuma

Bozulan yiyeceklerin tat ve kokuları ya değişmeseydi?





Bal,çilek,muz,portakal... Hepsinin kendine özgü hoş bir tadı ve uzaklardan bile alınabilecek kadar keskin bir kokusu vardır. Herbirinin kokusu oldukça cezbedicidir; insanın iştahını açar ve yeme hissi uyandırır. Görünümleri çok parlak, canlı ve dikkat çekicidir.

İnsan için zararlı olabilecek herşey ise; oldukça kötü kokar; ekşi ve bozuktur. Örneğin; bozulan bir yiyeceği küf kaplar, yumuşar, şekli değişir, rengi solar ve kararır. Kokusu ağırlaşır ve keskinleşir, tadı bozulur. Hem görünümü, hem de kokusu ve tadıyla insanda bir yeme isteği oluşturmaz; aksine itici gelir.

İnsanın aczini bilen Allah, hem insana dünyayı algılayabileceği duyular vermiş; hem de etrafındaki dünyayı bu duyularla "büyük bir uyum içinde" yaratmıştır.

Şüphesiz "Herşeye Güç Yetiren" Allah; bozulan ya da zararlı bir yiyeceği tapteze gösterebilir, cezbedici kokutabilir ve şeker gibi tattırabilirdi. Ya da insanı bozuk bir yiyeceğin kokusundan etkilenecek, tadından zevk alacak ve görünümüne imrenecek şekilde yaratabilirdi. Yedikten saatler sonra vücudumuzda ciddi ağrılar ve rahatsızlıklar hissetmemizle, yediklerimizin bozuk ve zararlı olduğunu ancak farkediyor olabilirdik.

Yediğimiz yiyeceklerde ve içeçeklerde bize tehlike sinyali veren böyle bir alarm sisteminin varlığı şüphesiz insanın aczini en iyi bilen Rabbimizin kullarına bir rahmetidir. Kötü görüntü ve kokunun beynimizdeki algı merkezlerinde çözümlenerek bozuk ve zararlı bir besine işaret ettiğini anlamamız ise; şüphesiz çok büyük bir şükür konusudur.

Gün içinde hiçbir dakikasını bu duyularını kullanmadan yaşaması mümkün olmayan insanın, bu gerçeği sık sık tefekkür etmesi ve şükrünü eksiksiz yapması gerekir.

15 Haziran 2011 Çarşamba

Sınırları Bilinemeyen Evrenin Aslında Gerçek Hacmi 15 cm2!..





Evet,yanlış okumadınız...Sınırları belirlenemeyen evrenin aslında 15 cm2 lik küçücük bir alanda var olduğu,modern fiziğin ortaya koyduğu bilimsel ve teknik bir gerçektir.

İnsanın doğumundan itibaren gördüğü her görüntü beynin içinde, karanlık ve ıslak bir ortamda bulunan görme merkezinde meydana gelir. Görme merkezinin toplam büyüklüğü ise 15 cm2'dir. İnsan hayatına ait her şey, çocukluğu, okuduğu okullar, evi, işi, ailesi, oturduğu semt, vatandaşı olduğu ülke, üzerinde yaşadığı dünya ve içinde bulunduğu evren, aynada gördüğü kendi vücuduna ait görüntü, hayat boyu gördüğü her ayrıntı, kısacası tüm hayatı 15 cm2'lik bir et parçası üzerinde oluşur.

************

Yaşadığımız dünyaya ait her türlü niteliği, her özelliği ve bildiğimiz herşeyi duyu organlarımız aracılığıyla öğreniriz. Duyu organlarımız aracılığı ile bize ulaşan bilgiler, bir dizi işlem sonucunda elektrik sinyallerine dönüşür ve bu sinyaller beynimizin ilgili noktalarında yorumlanır. Beynimizin bu yorumları sonucunda biz örneğin bir kitap görürüz, çileğin tadını alırız, ıhlamur ağaçlarını koklar, ipek bir kumaşın dokusunu bilir veya rüzgarda sallanan yaprakların hışırtısını duyabiliriz.

Aldığımız telkinle, hep bedenimizin dışındaki kumaşa dokunduğumuzu, bizden 30 cm uzaklıktaki kitabı okuduğumuzu, metrelerce uzaktaki ıhlamur ağaçlarının kokusunu aldığımızı ve çok yükseklerdeki yaprakların hışırtısını duyduğumuzu zannederiz. Oysa, bu saydıklarımızın hepsi bizim içimizde gerçekleşen olaylardır. Kitabın görüntüsünden yaprakların hışırtısına kadar herşey içimizde, beynimizde meydana gelir.

Bu noktada şaşırtıcı bir gerçekle daha karşılaşırız: Beynimizde, gerçekte ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beynimizde bulabileceğiniz tek şey elektrik sinyalleridir. Bu, felsefi bir görüş değildir; algılarımızın işleyişi ile ilgili bilimsel bir açıklamadır. Örneğin Mapping The Mind (Zihnin Haritasını Çıkarmak) isimli kitabında bilim yazarı Rita Carter, dünyayı nasıl algıladığımızı şöyle açıklar:

Her bir duyu organı kendine uygun uyarıya cevap verecek şekilde yaratılmıştır. Bu uyarılar ise, moleküller, dalgalar veya titreşimler şeklindedir. Tüm bu çeşitliliklerine rağmen duyu organları temelde aynı görevi görürler: kendilerine özgü uyarıları elektrik sinyallerine dönüştürürler. Bir uyarı ise sadece bir uyarıdır. Kırmızı renk değildir, veya Beethoven'ın Beşinci Senfonisinin ilk notası değildir - sadece bir elektrik enerjisidir. Aslında, bir duyuyu diğerlerinden farklı hale getirmek yerine, duyu organları hepsini benzer hale, yani elektrik sinyallerine dönüştürürler.

Öyle ise, tüm duyulara ilişkin uyarılar, birbirinden tamamen farksız bir formda beyne elektrik akımları şeklinde girerler ve buradaki sinir hücrelerini uyarırlar. Tüm olan budur. Bu elektrik sinyallerini tekrar ışık dalgalarına veya moleküllere dönüştüren bir geri dönüşüm sistemi yoktur. Bir elektrik akımının görüntüye ve bir diğerinin kokuya dönüşmesi ise, bu elektrik akımının hangi sinir hücrelerini etkilediğine bağlıdır.(Rita Carter, Mapping The Mind, University of California Press, London, 1999, s. 107)

Yukarıdaki açıklamalar çok önemli bir konuya dikkat çekmektedir: Bizim dünya hakkında algıladığımız tüm hisler, görüntüler, tadlar ve kokular, aslında aynı malzemeden, yani elektrik sinyallerinden meydana gelmektedirler. Elektrik sinyallerini bizim için anlamlı hale getiren, bu sinyalleri koku, tat, görüntü, ses veya dokunma olarak yorumlayan ise beyindir. Beyin gibi ıslak bir etten oluşan bir maddenin, hangi elektrik sinyalini koku, hangisini görüntü olarak yorumlayacağını bilmesi, aynı malzemeden birbirinden çok farklı duyular ve hisler meydana getirmesi ise büyük bir mucizedir.

"Sen kendini küçük bir cisim zannediyorsun,
Halbuki, koca âlem sende dürülmüştür."* <Hz.Ali>

*Ali b. Ebî Tâlib, Divânu Emîri'l-Mü'minîn, cem ve tertib: A. el-Kerem, Beyrut, 1998, s. 45

14 Haziran 2011 Salı

Rastgele Hamleler Ortaya Sağlıklı Sonuçlar Çıkaramaz





Rubik kübünü uzaktan tanıyan bir kimse bile kübün yüzlerini rastgele oynatan bir görme özürlünün çözüm elde edemeyeceğini kabul edecektir. Şimdi sırası bozulmuş Rubik küplü 1050 görmeyen insan bulunduğunu ve hepsinin aynı anda çözülmüş şekle ulaşmaları olasılığını hayal etmeye çalışın. Artık hayatın bağlı olduğu birçok polimerden [kompleks kimyasal bileşiklerden] sadece bir tanesinin rastgele yer değiştirmesi fırsatına sahipsiniz. Sadece bio-polimerlerin değil aynı zamanda programlanmış bir hücrenin çalışması da ilkel organik çorbada rastgele oluşamazdı".

Sir Fred Hoyle, "The Big Bang in Astronomy", New Scientist, vol. 92 (19 Kasım 1981), s. 526-527

13 Haziran 2011 Pazartesi

Misvak Kullanmanın önemi

Sual: Misvakın önemi nedir? Misvak kullanırken dikkat edeceğimiz hususlar nelerdir?
CEVAP
Bugün, modern tıbbın diş sağlığı konusunda ortaya koymaya yeni başladığı tedavi usullerini, İslamiyet 14 asır önce öğretmiştir. Diş sağlığına büyük bir fayda temin eden misvak, gayet basit ve en iyi diş temizleme vasıtasıdır. Dişlerin çürümesini önlemek için misvak kullanmak çok faydalıdır. Larousse İllustre Medical isimli tıp kitabında diyor ki:
(Bütün diş macunları ve tozları, dişlere zarar verir. En iyisi, sert bir fırçadır. Önce, dişleri kanatırsa da, korkmamalıdır. Diş etlerini kuvvetlendirir ve artık kanamaz.)
Bu şekildeki diş temizliğini sağlayan en iyi vasıta misvaktır. Diş macunları, ağızdaki faydalı ve zararlı bütün mikropları öldürürken, misvak sadece zararlı mikropları öldürür. Misvak abdestin sünnetidir, Şafii’de namazın sünnetidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Misvak kullanarak kılınan namaz, misvaksız kılınan namazdan 70 kat üstündür.) [İ. Neccar]
(Cebrail aleyhisselam, misvak kullanmayı o kadar tavsiye etti ki, misvakın farz olacağından korktum.) [İbni Mace]
(Eğer ümmetime güçlük vermeyeceğini bilseydim, her namaz için abdest almalarını ve her abdestte misvak kullanmalarını emrederdim.) [Buhari, Müslim]
(Gece namazı için kalkınca, ağzınızı misvakla temizleyin! Çünkü bir melek, namazda Kur’an okuyanın ağzına yaklaşarak dinler.) [Deylemi]
(Ağzınız Kur’an yoludur, misvakla temizleyin.) [Ebu Nuaym]
(Peygamberlerin beş sünneti: Haya, hilm, hacamat, misvak, güzel koku.) [Taberani]
(Misvak erkeğin fesahatini [konuşma güzelliğini] artırır.) [İ. Adiy, Hatib]
(Misvak; ağzı temizler, görmeyi keskinleştirir, diş etlerini güçlendirir, dişleri beyazlaştırır ve çürümeyi önler, hazmı kolaylaştırır, mideye sıhhat verir, balgamı keser, hasenatı artırır. Misvak kullanan, Allahü teâlâyı razı eder, melekleri sevindirir.) [Ebu Nuaym]
Misvakın faydaları 30dan fazladır. En aşağısı sıkıntıyı giderir, en iyisi de ölürken şehadet getirmeyi hatırlatır. Misvak, ölümden başka her derde şifadır. Sırat üzerinde yürümeyi de kolaylaştırır, yaşlanmayı da yavaşlatır.
Peygamber efendimiz, her zaman yanında ayna, tarak ve misvak taşırdı. Eshab-ı kiram, savaşlarda bile misvaklarını kullanmayı ihmal etmezlerdi. Misvak; dişler sararınca, ağzın kokusu değişince, uykudan uyanınca, namaza kalkınca, eve girince, toplantılara giderken, Kur’an okumaya başlarken ve bir de abdest alırken kullanmak müstehaptır.
İmam-ı a’zam hazretleri, (Misvak kullanmak, dinin sünnetlerindendir) buyurdu. Misvakı kullanmanın en az miktarı üst dişlere üç, alt dişlere de üç defa sürmektir. Misvaklarken dişlerin içi, dışı, üst ve alt kısımları ovuşturulur. Misvakı sağ el ile kullanmalıdır. Misvakı avucunun içine almamalı ve emmemelidir. Misvak, sağ elin küçük ve başparmağı altta, diğer üç parmak üstte olarak tutulur.
Misvaklamaya başlanınca, ağızdaki yaşlığı yutmak iyidir. Ondan sonra yutmak iyi değildir. Kullandıktan sonra misvakı yıkamalıdır. Misvakı yere yatırmamalı, ağız kısmı aşağıya gelecek şekilde dikine koymalıdır. Misvak, çok yaş, çok kuru ve bir karıştan uzun olmamalıdır! Kalınlığı küçük parmak kalınlığında olmalı.
Erak ağacı
Sual: Misvak erak ağacından oluyor. Bu ağaç Türkiye’de yoktur. Başka ağaçtan misvak yapılamaz mı?
CEVAP
Erak ağacından yapılan misvak diğerlerine tercih edilir. Erak ağacı bulunmadığı zaman zeytinden de yapılır. Nar dalından misvak olmaz.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mübarek bir ağaç olan zeytinden yapılan misvak ne güzeldir. O benim ve benden önceki Peygamberlerin misvakıdır.) [Taberani]
Zeytinden de olsa, misvak kullanmayı ihmal etmemelidir. Çünkü misvak, yaşlanmayı yavaşlatır, gözün görmesini kuvvetlendirir, ağız kokusunu giderir. Daha birçok faydası vardır. (Redd-ül-muhtar)
Dişleri temizlemek
Sual: Namaz kitabında, abdest alırken dişleri misvak ile temizlemek müstehabdır denirken, abdestin sünnetleri bahsinde ise, misvak önemli sünnet deniyor. Burada bir çelişki yok mu?
CEVAP
Abdest alırken dişleri temizlemek, fırçalamak sünnettir. Bunu misvak ile yapmak müstehabdır, daha iyidir. Yani misvak kullanılınca hem sünnet yerine geliyor hem müstehab, parmakla veya diş fırçası ile dişler temizlenirse sadece sünnet yerine gelir. Bu sünnet misvakla yapılınca ayrıca müstehab sevabı da alınıyor.
Tel haline getirmek için
Sual: Misvakların ucunu yumuşatırken tel tel haline getiremiyorum. Ne kadar kullansam da tahta parçası gibidir. Kıl haline getiremiyorum. Ne yapmalıyım?
CEVAP
Yeni alınan misvakın ucu hafifçe çekiçle dövülünce tel tel ayrılır. Suya koymak gerekmez.
Her zaman kullanılır
Sual: Misvak sadece abdestte mi sünnettir?
CEVAP
Misvak her zaman kullanılır. Bilhassa yataktan kalkınca namaza dururken, yemek yedikten sonra ve abdeste başlarken, daha çok kullanılır.
Ne zaman kullanılır?
Sual: Abdest alırken misvak ne zaman kullanılır?
CEVAP
Abdeste başlarken.
Üçten fazla sürmek
Sual: Misvak, dişlere üçten fazla sürülse sünnete aykırı olur mu?
CEVAP
Hayır, olmaz.
Takma diş
Sual: Takma dişe misvak sürmekle sünnet ifa edilmiş olur mu?
CEVAP
Evet olur.
Dişi olmayan
Sual: Dişsiz kişi, misvakı damağına sürse, sünnet sevabı alır mı?
CEVAP
Evet, alır.
Kısalınca
Sual: Misvak, kısalınca da kullanılır mı?
CEVAP
Evet, kullanılır.
Misvak yerine sakız
Sual: Kadınların misvak kullanmaları caiz mi?
CEVAP
Evet. Sakız çiğnemeleri misvak yerine geçer.
Misvak yoksa
Sual: Abdest alırken, misvak yoksa ne yapmak gerekir?
CEVAP
Dişleri, yemekten sonra ve abdest alırken temizlemek sünnettir. Bu sünneti, misvak ile yapmak ayrıca müstehabdır. Misvak bulunmazsa, fırça ile, fırça da bulunmazsa parmaklar ile temizlemelidir. Sağ elin başparmağı, sağ yandaki dişler üzerine; ikinci küçük parmağı, yani işaret parmağı da, sol dişler üzerine üç defa sürerek temizlenir. (Halebi)
Misvak parçaları
Sual: Misvak parçalarını yutmakta mahzur var mıdır?
CEVAP
İsteyerek yutulmaz. İstemeden yutulursa mahzuru olmaz.
Misvak kullanırken
Sual: Misvak nasıl kullanılır?
CEVAP
Yukarıdan aşağı ve aşağıdan yukarı doğru sürülerek kullanıldığı gibi, düz olarak da sürülebilir.

Yakın gelecekte uzaktaki nesnelerin kokusunu alabileceğiz





Koku naklinde büyük gelişmeler yaşanıyor...

Bugün bilim adamları, fotonlar gibi, atomların ve koku moleküllerinin de yakın bir gelecekte naklinin gerçekleştirilebileceğini ifade etmektedirler. 

koku algısı -tıpkı diğer algılarımız gibi- beynimizde oluşur. Bir limon kabuğundan çıkan kimyasal moleküller burundaki koku algılayıcılarını uyarır. Buradan elektrik sinyali olarak yorumlanmak üzere beyne iletilirler. Dolayısıyla bu kokuya ait sinyal suni olarak başka şekilde oluşturulduğunda da, kokunun aynı şekilde duyulması mümkündür. Nitekim "elektrik burun" olarak bilinen teknoloji de bunun mümkün olabileceğini gösteren çalışmalardan bir tanesidir.

İnsandaki koku alma sistemi, on binden fazla kokuyu rahatlıkla ayırt edebilmeyi mümkün kılmaktadır. Belli bir kimya eğitimi almış uzmanlar bir parfümdeki yüze yakın kokunun kaynağını teşhis edebilirler. (Elise Hancock, "A Primer on Smell", Johns Hopkins Magazine, Eylül 1996)

İşte insan burnundaki bu üstün yaratılış, birçok bilim adamını benzer cihazlar tasarlamaya teşvik etmektedir. Dünyanın değişik araştırma geliştirme merkezlerinde, insandaki bu koku alma sisteminin kopyaları üretilmeye çalışılmaktadır. Burun örnek alınarak geliştirilen bu modellere "elektronik burun" adı verilmektedir.

İnsan burnundaki proteinlerden oluşan reseptörlerin yerine, elektronik benzerlerinde, bir dizi kimyasal alıcı kullanılır. Bu alıcıların her biri değişik kokuları algılayacak şekilde dizayn edilir; seçicilik kapasiteleri arttıkça üretimleri zorlaşır ve fiyatları yükselir. Sensörlerin çevreden topladıkları sinyaller, elektronik sistemler yoluyla ikili kodlara dönüştürülür ve bir bilgisayara gönderilir. Elektronik sistemler koku alma duyusunda görevli sinir hücrelerinin, bilgisayar da insan beyninin bir taklidi olarak düşünülebilir. Bilgisayar, kendisine gelen bilgileri değerlendirmek için programlanır ve bu sayede aldığı ikili kodlamadan oluşan sinyalleri yorumlar.

Bu yöntemle geliştirilen elektronik burunlar, başta gıda, parfüm, tıp ve kimya olmak üzere değişik sektörlerde kullanılmaktadır. Üniversiteler ve uluslararası kuruluşlar söz konusu projelere büyük destek vermektedir. Buna rağmen, Warwick Üniversitesi'nden Julian Gardner'in belirttiği gibi, elektronik burun teknolojisi henüz başlangıç safhasındadır. (Mia Schmiedeskamp, "Plenty to Sniff At", Scientific American, Mart 2001)

İşte bu teknoloji, ses, görüntü gibi koku naklinin de yakın bir gelecekte mümkün olabileceğini göstermektedir. (En doğrusunu Allah bilir)

******

Dedi ki: "Bugün size karşı sorgulama, kınama yoktur. Sizi Allah bağışlasın. O merhametlilerin (en) merhametlisidir. Bu gömleğimle gidin de Babamın yüzüne sürün. Gözü (yine) görür hale gelir. Bütün ailenizi de bana getirin." Kafile (Mısır'dan) ayrılmaya başladığı zaman babaları dedi ki: "Eğer beni bunamış saymıyorsanız, inanın Yusuf'un kokusunu (burnumda tüter) buluyorum." (Yusuf Suresi, 92-94)

Kainattaki İnsana Özel Tek Ortam: Dünya





Bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle birlikte 1960'lı yıllardan itibaren yapılan araştırmalar, evrendeki tüm fiziksel dengelerin insan yaşamı için çok hassas bir biçimde ayarlandığını ortaya koymaktadır. Araştırmalar derinleştirildikçe, evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlarının, yerçekimi, elektromanyetizma gibi temel kuvvetlerin, atomların ve elementlerin yapılarının tümünün, insanın yaşamı için tam olmaları gereken şekilde düzenlendikleri birer birer bulunmuştur. Batılı bilim adamları bugün bu olağanüstü yaratılışa "İnsani İlke" (Anthropic Principle) adını vermektedirler. Yani evrendeki her ayrıntı, insan yaşamını gözeten bir amaçla yaratılmıştır.

Evrenin içinde yaklaşık 300 milyar galaksi, galaksilerin her birinde bir o kadar da yıldız vardır. Bu yıldızlardan biri olan Güneş'in etrafında büyük bir uyum içinde dönmekte olan 9 gezegen bulunur. Bunlardan sadece Dünya, yaşam için elverişli koşullara sahiptir. Evrenin bir patlama sonucunda etrafa rastgele saçılmış bir madde yığını olmadığı, rastgele saçılan maddelerin düzenli galaksileri oluşturamayacağı, maddenin belirli noktalarda rastgele sıkışıp toplanarak yıldızları meydana getiremeyeceği gibi pek çok imkansızlık bugün birçok bilim adamının itiraf konusudur. Big Bang teorisine uzun yıllar karşı çıkmış olan Sir Fred Hoyle, bu durum karşısında duyduğu şaşkınlığı şöyle ifade eder:

Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir patlama ile başladığını kabul eder. Ama bildiğimiz gibi patlamalar maddeyi dağıtır ve düzensizleştirirler. Oysa Big Bang çok gizemli bir biçimde bunun tam aksi bir etki meydana getirmiştir: Maddeyi birbiriyle birleşecek ve galaksileri oluşturacak hale getirmiştir.1

Evrenin başlangıcındaki muhteşem dengeden, ünlü Science dergisindeki bir makalede ise şöyle söz edilir:

Eğer evren maddemizin yoğunluğu, bir parça daha fazla olsaydı, o zaman Einstein'ın genel görecelik kuramına göre evren, atomik parçacıkların birbirini çekme kuvvetleri dolayısıyla bir türlü genişleyemeyecek ve tekrar küçülerek bir noktacığa dönüşecekti. Eğer yoğunluk başlangıçta bir parça daha az olsaydı, o zaman evren son hızla genişleyecek, fakat bu takdirde atomik parçacıklar birbirini çekip yakalayamayacak ve yıldızlarla galaksiler hiçbir zaman oluşamayacaktı. Doğaldır ki biz de olmayacaktık! Yapılan hesaplara göre, evrenimizin başlangıçtaki gerçek yoğunluğu ile ötesinde oluşması imkanı bulunmayan kritik yoğunluğu arasındaki fark, yüzde birin bir kuvadrilyonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucu üzerinde bir milyar yıl sonra da durabilecek biçimde yerleştirmeye benzer... Üstelik, evren genişledikçe, bu denge daha da hassaslaşmaktadır.2

Evrim teorisinin savunucuları ise evrendeki bu olağanüstü düzeni tesadüfi etkilerle açıklamaya çalışırlar. Tesadüflerin iç içe geçmiş, kompleks düzenler meydana getirmesini beklemek kuşkusuz akla ve mantığa aykırıdır. Tesadüf matematiksel bir terim olduğu için böyle bir ihtimalin imkansızlığını olasılık hesapları üzerinden görmek de mümkündür. Nitekim Big Bang gibi bir patlamayla canlılık için uygun bir ortamın oluşma olasılığı 10 üzeri 10 üzeri 123'te bir ihtimal olarak hesaplanmıştır. Bu sayıyı ünlü İngiliz matematikçi -Stephen Hawking'in yakın çalışma arkadaşı- Roger Penrose hesaplamıştır. Matematikte 1050'de 1'den daha küçük olasılıklar, "sıfır ihtimal" sayılır. Söz konusu sayı, 1050'de 1'in trilyar kere trilyar kere trilyar katından bile çok daha büyüktür. Bu sayı, evrenin tesadüfle açıklanmasının imkansız olduğunu göstermektedir. Roger Penrose, akıl sınırlarını çok aşan bu sayı hakkında şu yorumu yapar:

Bu sayı, yani 10 üzeri 10 üzeri 123'te 1 ihtimal, Yaratıcının amacının ne kadar keskin ve belirgin olduğunu bize göstermektedir. Bu gerçekten olağanüstü bir sayıdır. Bir kimse bunu doğal sayılar şeklinde bile yazmayı başaramaz, çünkü 1 rakamının yanına 10 üzeri 123 tane sıfır koyması gerekecektir. Eğer evrendeki tüm protonların ve tüm nötronların üzerine birer tane sıfır yazsa bile, yine de bu sayıyı yazmaktan çok çok geride kalacaktır.3

Kaynak:
1-Fred Hoyle, The Intelligent Universe, London, 1984, ss.184-185
2-Bilim ve Teknik, sayı 201, s.16 (Science dergisinden tercüme)
3-Roger Penrose, The Emperor’s New Mind, 1989; Michael Denton, Nature’s Destiny, The New York: The Free Press, 1998, s.9

Hipnoz Seanslarında Yaşanan İlginç Olaylar





Hipnoz, telkine yatkınlık gösteren bir tür yapay uyku veya uyku-uyanıklık arasıdır.(Hipnoz, Wkipedia) Doğal uyku hali olmadığı gibi uyanıklık hali de değildir. Ancak her iki hali de kapsayan kompleks bir kavramdır. Araştırmalar, hipnoz anı ile doğal uyku halinin tamamen farklı durumlar olduğunu göstermiştir. 

Hipnozda, hipnotize edilen kişiye bir dizi telkin yapılır ve bu kişinin, gerçeğinden ayırt edilemeyecek derecede inandırıcı birtakım olaylar yaşaması sağlanır. Aynı şekilde farklı tekniklerle hipnoz altındaki kişinin daha önce yaşadığı anları aradan 20-30 yıl geçmiş dahi olsa yeniden aynı şekilde yaşaması, o anki olayları tüm ayrıntılarıyla hatırlaması sağlanabilmektedir. Kişi, ortada hiçbir maddesel durum olmamasına rağmen yaşadıklarını bir film şeridi gibi kafasında canlandırabilmektedir. Hatta bazı denekler daha önce okudukları bir kitabın sayfalarını kelimesi kelimesine aktarmaktadırlar.(a.g.e.)

Bazı deneylerde, hipnoza alınan kişiler yaş geriletilerek geçmişe götürülmektedir. Ekminezi (Regresyon-yaş geriletme) adı verilen bu kronolojik hatırlama tezini ilk keşfeden Dr. Pitres'dir. Dr. Pitres'in 17 yaşındaki bir hastasına uyguladığı hipnoz oldukça ilginç bir şekilde sonuçlanmıştır. Genç kızın hipnoz altında 12 yıl geriye götürülüp, 5 yaşına geldiğinde, o dönemde olduğu gibi Fransızcayı unutup, Gaskonca konuşmaya başladığı görülmüştür. Hipnoz altındaki kişi o yaşta Fransızcayı henüz öğrenmemiş olduğu için Fransızca soruları anlamamış ve yanıtlayamamıştır.(http://www.bilinclihipnoz.com/yas-hipnoz.html)

Hipnoz uygulanan bir deneyde, bir kişiye hastanede bulunduğu söylenmiş, bu hastanenin 10. katında ölmek üzere olan bir hasta olduğu ve ancak kendisinin hızlı bir şekilde elindeki ilacı yetiştirirse hayatının kurtulabileceği telkin edilmiştir. Bu kişi hipnoz sırasındaki telkinin etkisiyle, son derece hızlı bir şekilde 10 katı çıkmaya başladığını sanmıştır. Bu sırada nefes nefese kalmış, iyice yorulduğu için de nefesini kontrol edemeyecek hale gelmiştir. Bunun üzerine artık en üst kata geldiği, ilacı yetiştirdiği söylenmiş ve rahat bir yatağa uzanabileceği telkin edilmiştir. Böylece hipnoz uygulanan kişi rahatlamaya başlamıştır.(Dr. Tahir Özakkaş, Gerçeğin Dirilişine Kapı HiPNOZ, "Üst Ultrastabilite", Se-da Yayınları, 1. Cilt, 1. Baskı, s. 204-205) Hipnoz yapılan kişi, kendisine telkin edilen mekanı ve ortamı tüm gerçekliğiyle yaşamasına rağmen, ortada ne bahsedildiği gibi bir mekan, ne insanlar, ne de olaylar vardır.

Bir diğer deneyde, normal bir odada bulunan kişiye bir hamamda olduğu ve hamamın çok sıcak olduğu telkin edilmiş, ardından bu kişi aşırı derecede terlemeye başlamıştır.(Dr. Tahir Özakkaş, Gerçeğin Dirilişine Kapı HiPNOZ, "Üst Ultrastabilite", s. 267)

Ulusal Hipnoterapi Derneği, Ulusal Psikoterapistler Derneği, Profesyonel Hipnoterapistler Merkezi, Hipnoterapi Araştırma Derneği gibi birçok kuruluşun üyesi olan İngiliz hipnoterapi uzmanı Terrence Watts bir makalesinde, hipnoz sırasında geçmişteki bir olayı hatırlayarak anlatan kişilerde, anlattıkları olayla bağlantılı olarak bazı fiziksel değişimler gözlendiğini belirtmektedir. Watts, hipnoz altındayken, küçükken dövüldüğü bir anı anlatan kişinin yüzünde tokat izlerinin belirdiğini belirtmektedir. Ayrıca Watts bunun bir gizem olmadığını, vücudun acı algısına tepki verdiğini belirtmektedir.

Hipnoz uygulamalarında görülen en çarpıcı örneklerden biri de, hipnoz yapılan kişinin cildinde telkin sonucu yaralar dahi oluşabilmesidir. Örneğin Paul Thorsen isimli bir araştırmacı, hipnoz altındaki bir kişinin koluna sadece bir kalemin ucunu değdirmiş ve bunun kızgın bir şiş olduğunu telkin etmiştir. Kısa bir süre sonra kalemin ucunun değdiği noktada bir yanık kabarcığı belirmiştir. Yine aynı araştırmacı, Anne O. isimli kişiye, hipnoz esnasında kolunun A harfi şeklinde çizildiğini telkin etmiştir. Başka hiçbir şey yapılmadığı halde, o bölgede A harfi şeklinde kızarıklık belirmiştir.(Dr. Recep Doksat, Hipnotizma, Kader Basımevi, İstanbul, 1962, s. 106-108)

Hipnoz Seansları Yaşanan Olayların Yok Olmadığının Birer Kanıtıdır

Hipnoz seansları, insanın yaşadığı olayların yok olup gitmediğine önemli birer örnek teşkil ederler. İnsanlar, hipnoz esnasında, hiçbir şekilde hatırlamadıkları, hatta teknik olarak hatırlamaları mümkün olmayan 3-4 yaşında yaşadıkları olayları, bütün detaylarıyla, bütün his ve duygularıyla aynı şekilde hatırlarlar. Aslında hatırlamanın ötesinde bu olayı tüm detaylarıyla yaşarlar. Bir insanın, yok olduğuna inandığı bir anı, tüm gerçekliği, netliği ve doğruluğu ile tekrar yaşaması, aslında tüm yaşananların sonsuza kadar varlığını sürdürdüğüne önemli bir delil teşkil eder. Bu, aynı zamanda Allah'ın Katında tüm bilgilerin noksansız bulunduğunu ve Allah'ın dilediği takdirde bunları bizim hafızamıza da vereceğini açıkça göstermektedir.

“Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir) saymıştır; onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, herşeye şahid olandır.” (Mücadele Suresi, 6)

Rüyada Geçen 2 Saniye İçinde 6 Aylık Bir Hayat Yaşıyoruz





Hipnoz rüyaların vaktini de ortaya çıkardı !

Dr. B. Klein adında Amerikalı bir ruh bilimci yardımcıları ile birlikte yoğun çalışmalara koyuldu. Gönüllülerin arasından seçtiği bazı kişileri hipnotize ederek uyuttu. Belli bir süre sonra da uyandırıp rüyalarını dinledi.

Neticede bir rüyanin yirmi saniyeyi geçmeyecek kadar kısa sürdüğünü tespit etti. İşin en enteresan tarafı ise; uyandırdığı gönüllülerin üç-bes saniye süren rüyalarını saatlerce anlatmalarıydı. Hatta bir kısmının rüyası yazılmaya kalkılsa ortaya kalınca bir macera romanı çıkabilirdi.

Dr. Klein yılmadan bu işin üzerinde çalışmalarına devam etti. Vardığı sonuç; en uzun rüyanın bile doksan saniyeyi geçmediği oldu.

Dr. Klein’e karşı çıkan ruh bilimciler hipnotizmayla uyutmanın normal bir uykuyla kıyaslanamayacağı ve bu denemelerin geçersiz sayılacağı yolunda görüş bildiriyorlardı.

Chicago Üniversitesi uzmanlarından Dr. Kleitman ve öğrencisi Aserinsky l953 yılında geniş çapta çalışmalara başladılar. Objektif deneylerini daha sonra nörofizyolojik sahada devam ettirdiler.

Dr. Kleitman otuz yıldan beri kendisini rüyadan mahrum etme denemeleri yapmaktaydı. Fakat hiçbir zaman bir haftadan fazla tahammül gösterememişti.

Otuz yıllık çalışması aradığı sonucu vermeyince başkalari üzerinde değisik deneyler yapmaya başladı. Deneyin sonunda rüya esnasında kısa veya uzun süren süratli göz hareketlerine tanık oldu. Denemeye tuttuğu kimseleri göz hareketlerinin başladığı ve bittiği devrenin çeşitli bölümlerinde uyandırdı. Böylece her defasında kişilerin rüya görmüş olduklarını öğrendi. Ömrü boyunca hiç rüya görmediklerini iddia eden kişileri topladı onların üzerinde testler yaptı. Göz hareketlerinin başladığı anda uyandırdığı bu kişiler hayret ve şaşkınlık içinde ilk defa rüya gördüklerini söylediler.

Dr. Kleitman bundan şu sonucu çıkardı herkes rüya görür fakat bazı kimseler rüyalarını hatırlayamamaktadır. Rüyanın objektif olarak en büyük delili ise uyumakta olan kimsenin hızlı göz hareketleridir.

Rüyaların Süresi

Rüyalarda yaşananlar inanılmayacak kadar hızlı gelişir. Bir kaç dakikalık rüya esnasında bile çok uzun sürdüğünü sanılan garip, şaşırtıcı ve çok değişik olaylar birbirlerini izler, bu nedenle rüyada zaman kavramı oluşmaz. Ancak zaman kavramını, uyandıktan sonra beyinin öğretileri ve alışkanlıkları doğrultusunda saptadığımız bir anlar toplamıdır sadece.

BOYUTUN FARKLI OLMASI

Boyut farkı, rüyada ve dünyada farklı zaman algılarına neden olmaktadır. Kuran ayetlerinde, farklı boyutlarda zamanın daha farklı bir hızla aktığı bildirilmektedir. Allah Katındaki bir günün insanların bin yılına eşit olması (Hac Suresi, 47) da bu konuya bir örnektir. Bu konu ile ilgili diğer ayetler şöyledir:

“Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.” (Mearic Suresi, 4)

“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir.” (Secde Suresi, 5)

Aynı şekilde, dünyada ve ahirette de zamanın algılanışının çok farklı olacağı Kuran'da şu şekilde bildirilmiştir:

“Dedi ki: “Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?”

Dediler ki: “Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.”

Dedi ki: “Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz,”” (Müminun Suresi, 112-114)

Cennetteki Huriler

Soru

Cennette erkeklere huriler var kadınlar için ne var denilmekte bu konudaki görüşleriniz nelerdir?


Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Fani hayatın sona ermesinden sonra ebedî bir saadet başlayacak.Orada Allah'ın rahmeti, lütuf ve ihsanı bütün haşmetiyle tecelli edecektir. İşte bu ebedî saadetin ve sonsuz nimet ve güzelliklerin merkezi Cennettir. Cennet hem mü'min erkeklerin, hem de mü'min kadınların nimetler içinde yüzdüğü bir mekândır.Yani Cennetin nimetlerinden erkekler kadar kadınlar da istifade edecek, bütün nimet ve ihsanlar her iki cinse de verilecektir.

Cennet ve Cennetlikler en güzel ve tatlı bir şekilde Kur’ân'da anlatılır.Çoğu yerde mü'min erkeklerle birlikte, mü'min kadınlar da zikredilir.Meselâ, Tevbe Sûresinin 72.âyetinin meali şöyledir:

"Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara devamlı kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Cennetler, Adn Cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası için en büyük mükâfattır. İşte büyük kurtuluş budur."

Cennetlikler ve Cennet nimetleri Kur'ân'da anlatılırken Cennet ehli için "müttekiler (Allah'tan hakkıyla korkanlar)" ifadesi geçer. Bu kelime hem erkekler, hem de kadınlar için müşterek kullanılır. Biri öbüründen ayırd edilmez, ayrı tutulmaz. 

Hadis-i şeriflerde geçen ifadeler de hem erkekler, hem de kadınlar içindir. Bütün müjdeler, taltifler, nimetler, ikramlar herkese aynıdır. Bir hadisin meali şöyle:

"Cennet ehli Cennete girdiklerinde bir vazifeli şöyle seslenir: 'Şüphe yok ki, siz Cennette ebedî yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz.Hastalanmayacak ve devamlı sıhhatli bulunacaksınız.Sonsuz nimetlere mazhar olacak ve hiçbir zaman hüzün ve keder görmeyeceksiniz.1

Başka bir hadis-i şerifte de Cennet ehlinin bir hâli şöyle anlatılır:

"Muhakkak, sizden biriniz Cennetin en alt derecesinde bulunsanız bile, ona Allah'ın emri ile melekler tarafından, 'Gönlünden geçenleri iste!' denir.O da devamlı temenni eder durur.Bunun üzerine ona, 'Kalbinden geçenleri tamamen temenni ettin mi?' diye sorulur.'Evet' cevabı verince, 'Muhakkak temenni ettiğin şeyler bir misli fazlasıyla sana verilecek' denir."2

Esas itibariyle Cennetin nimetleri hem erkek, hem de kadın mü'minler için müşterek iken, bazı hususlarda her iki cins de birbirlerinden üstünlüklere sahiptirler. Bu üstünlüklerin bir kısmı erkeklere mahsus iken, büyük bir kısmı da kadınlara mahsustur. Kur'ân'da Cennetlik kadınlar "Ezvâcün mutahharatün" yani "temiz kadınlar" olarak vasfedilir. Bu ifadenin içinde şu mânâlar saklıdır: Cennet kadınlara mekân ve meskendir. O kadınlar o yüksek Cennette lâyıktırlar. Aynı zamanda Cennet derecelerinin yüksekliği nisbetinde onların güzellikleri de artar. Ve Cennet onlarla güzelleşir ve süslenir.3

Yani Cennetlik kadınlar, Cennetin güzelliğine güzellik katmakta, Allah'ın ebedî yurdunu süsleyen canlı bir unsur olmaktadır. Bu "mutahharatün (temiz)" ifadelerinden ayrıca şu mânalar çıkıyor: "Dünya kadınları Cennete girdikten sonra kötülüklerden, kıskançlık ve benzeri çirkin huylardan arınacaklar, içleri de dışları gibi berrak ve ter temiz olacak. Güzellikte hurileri geçecekler."

Peygamberimiz Cennetlik kadınları şöyle anlatır: "Onların vücutlarının güzelliği ile letafetinden dolayı her birinin baldırındaki kemiğin iliği etinin üstünden görünür.Onların aralarında ne ihtilâf vardır, ne düşmanlık, ne de çekememezlik."4

Yani Cennet ehli kadınlar güzellikte o kadar ileride bulunuyorlar ki, sadece bir tek tırnağı dünyaya görünse güneşin ışığını kapatacak kadar parlaklıkta olan hurilerden daha güzel olacaklar. Bir kadının bundan daha güzel bir şey tahayyül etmesi mümkün müdür?

Cenab-ı Hak hem erkek, hem de kadın mü'minlere kalblerinden geçenlerin bir misli fazlasını vereceğine göre nimet ve ihsanın derecesini siz düşünün. Artık bu kadar lütuf ve ikramdan sonra "Allah, Cennette bir erkeğe çok sayıda huri veriyor da, Cennet ehli kadınlara neden böyle bir imkân verilmiyor" denmez. Cennette "yok yoktur." Allah insan fıtratına en uygun şekilde her türlü nimet ve ihsanı verecek, kimseyi mahrum bırakmayacaktır.

Esas mesele Allah'ın rızasına nail olmak, ebedî saadete liyakat kazanmak, fâni dünyadan imanlı olarak ayrılıp, Cennetin kapısına ulaşabilmektir. 



1. Müslim, Cennet 22.
2. Müslim, îman: 301.
3. Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü'l-İcaz, s. 175.
4. Müslim, Cennet: 14-17.

Mehmed Paksu, En Çok Sorulan Mes’eleler ve Çözümleri -2
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör

12 Haziran 2011 Pazar

Benzeri üretilemeyen mucizevi sıvı: Kan




Kanda gerçekleşen olayları inceleyen bilimadamları karşılaştıkları kusursuz düzeni taklit edebilmek için çalışmalarını sürdürmektedirler. Ancak bugüne kadar somut bir gelişme kaydedilememiştir. Hatta araştırmacılar bu olağanüstü sıvıyı taklit etmeye çalışmaktan vazgeçmişler, kan ile ilgili araştırmaların yönünü değiştirmişlerdir.
 Oksijen taşıyabilen yedek bir sıvıyı üretmek için çalışmalar yürütmektedirler.Ancak bilim adamları kan ile ilgili çalışma yaparken çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Kanı damardan çektikleri anda kan pıhtılaşmaktadır. Kan hücrelerinin mikroskop altında ve bedende aynı şekilde hareket edip etmedikleri bilinmemektedir. Ayrıca kan ne plastik hortumda ne de cam şişede tam anlamıyla canlı kalmadığı için içindeki hücreler ayrı ayrı alınıp incelenmektedir. Bütün bunlar gözönünde bulundurulduğunda bilim, canlı ‘kan’ı değil laboratuvardaki kanı analiz ederek tanımaktadır. (R. von Bredow, Geo, Kasım 1997)
Laboratuvarlarda benzeri üretilemeyen bu olağanüstü madde insan ilk ortaya çıktığından beri vücutta üretilmektedir. Bugün sahip olduğumuz yüksek teknoloji ile taklidi dahi yapılamayan bir maddenin zaman içinde kendi kendine tesadüflerin etkisiyle oluştuğunu iddia etmek akılcılıktan tamamen uzaklaşmak demektir. Pek çok canlı türüne hayat veren bu madde Allah’ın yaratışının açık delillerinden bir tanesidir.